SINIF YÖNETİMİNDE DEĞİŞİM HAREKETİ
Kalıca ve doğal öğrenmenin adresi
Sınıf Yönetiminde Değişim Hareketi doğrudan sınıf yönetimiyle ilgili
bir sistemdir. Başka bir söylemle Yapılandırmacı öğretim
yaklaşımının sınıf yönetimiyle ilgili uygulamasıdır. Öğretmeni
bilginin yol göstericisi sayar, bu nedenle onu öğrenmenin
merkezinden alır, oraya doğrudan öğrenciyi yerleştirir.
Başlangıçtan bugüne okullarımızda varlığını sürdüren ‘Sonuç Odaklı’
anlayışı kesinlikle reddeder, onun yerine ‘Süreç Odaklı” anlayışı
esas alır.
Bu iki anlayışı daha iyi tanımanız amacıyla özelliklerin özetleyerek
tanıtmak istiyorum:
Sonuç
Odaklı Sistem:
Bu sistemde yönetici ve kurucular her ne kadar öğretmeni
bilginin rehberi olarak görseler de, sınıfı öğretmene
teslim etmelerinin sonucu olarak, sınıf kapısının ötesinde öğretmen
kendini bilginin kaynağı olarak görmektedir, bu nedenle eğitim ve öğretimin doğrudan
kendisine teslim edildiğini düşünür. Sınıfı özel alanı olarak görür.
Öğretmen seçiminde bilgi ve deneyim sahibi kurucu ve yöneticiler her
zaman en iyi öğretmenleri seçerler. Zaman zaman onların süzgecinden
geçmiş biri olarak en iyi ve en yetenekli öğretmen seçtiklerinden
hiç kuşkum yok. Bu yüzden gelecekten emin bir şekilde rahat olurlar;
öğretim yılının sorunsuz geçeceğinden, yılsonu başarısının iyi
olacağından emin olurlar. Ancak yıl içinde bazı öğretmenlerden
kaynaklanan olumsuz olaylardan sonra kaygı duyanların dua etmekten
başka seçenekleri olmaz. An için hemen öğretmen de değiştiremezler,
öğretmen ise dönem sonunda sözleşmesinin yenilenmeyeceğini düşünür.
Böyle olunca da her şey ister istemez zamana bırakılır. Çünkü geri
dönüşü yoktur. Başarıyı herkes sahiplenirken, başarısızlığın
sorumluluğunu; yöneticiler öğretmenlere, öğretmenler öğrencilere,
veliler ise hem okula hem de çocuklarına yükler. Sonuç odaklı
yaklaşımın farkında olmadan sürdüren okullar, “Keşke” sözcüğünün en
çok kullanıldığı okullar arasında yer alır.
Sonuç odaklı öğretimde her şey öğretim yılı başında yıllık
palanlarla, zümre tutanaklarıyla, ödül ve disiplin kurulu
tutanaklarıyla öğretim yılının bütünü esas alınır ve sonuç
karnelerle belgelenir. Dönem içinde veya sonunda karşılaşılan üstün
başarı gösterenler takdir, teşekkür veya onur belgesiyle
ödüllendirilir, yeterli puanı tutturamayıp barajı aşanlar sadece
sınıf geçer. Ya barajın altında kalanlar? Sistemin asıl kurbanları
onlardır. Onlara yazılı sınav sonunda, “Bundan
sonraki sınava iyi hazırlan”, öğretim yılı sonunda ise, “Gelecek
sene daha çok çalışırsın!” olur. Bu sözlerin anlamı veli ve
öğrenci bazında değerli olur mu, hiç sanmıyorum. Bunca yıllık eğitim
yaşamımda sınıfta kalan öğrencilerden hiçbirinin ikinci yıl daha
başarılı olanına rastlamadım, daha çok olumsuzlukların içinde
gördüm.
Bu sistemin bir başka özelliği de kurucu ve yöneticilerin Öğrenci
Merkezli Öğretim uyguladıklarını iddia etmelerine rağmen, Öğretmen
Merkezli öğretim sistemine kucak açmasıdır. Akademik süreç tamamen
öğretmene teslim edildiği içindir ki, sınıf kapısından ötesi özel
alan sayılır. Oraya denetim yetkisi olanların dışında kimse giremez.
Orada her şeyin iyi gittiğinin; sınıftan gürültü gelmemesi,
öğretmenlerden şikâyet edenin olmaması, bol bol ödev verilmesi,
anlatılanların sayfalar dolusu deftere yazdırılması, velilerin okula
geldikçe memnuniyet bildirmesidir. Fiziki üstünlüğü olan, ses tonu
gür olan, üstün konuşma yeteneği olan, yakışıklı ve görselliğe özen
gösteren öğretmenler bu uygulamanın kaymağını alırlar. Görünüşte iyi
gibi görünen bu durumlar aslında akademik yolculuğun sessiz çalışan
frenlerinden başka bir şey değillerdir.
Benim fikrimi sorarsanız, bence öğretmene güven esastır, ona sonuna
kadar güvenmeliyiz; ancak bu güven sınıf yönetiminin büsbütün
öğretmene teslim edilmesi anlamına gelmemeli.
Süreç Odaklı
Yaklaşım:
Bu sistemde öğretmen bilginin kaynağı olmadığından emin olur, bu
konuda kurucu ve yöneticilerin de desteğiyle bilgiye giden yolun
kılavuzu olur, yol göstericisi olur. Sınıflarda zorunluluk
gerektirmedikçe anlatan, öğrenciler de dinleyen konumunda olmazlar.
Her öğrenci kendi müfredatını kendisi belirler. Kazanımlar
bağlamında ne kadar öğreneceğini, yazılı sınavlarda kaç puan
alacağını, dönem sonunda not ortalamasının ne olacağını kendisi
belirler. Öğretmenin sorumluluğu kendi müfredatını oluşturan
öğrencilerin hedefe odaklanmalarını, oraya varmalarını sağlamaktır.
Bu kapsamda öğretmen bilginin kaynağını tanıtır, ona en kısa ve en
kestirme yoldan öğrencilerin ulaşmasını sağlar. Bilgiye giden yolda
öğrencilerle birlikte yürür. Günün konusuna göre bazı öğrenciler
öğretmen desteğine gereksinim duymadan hedefe varırlar. Ancak
sınıftaki bütün öğrencilerin öğrenme hızı aynı değildir. Bu bakımdan
farklı derece ve nitelikte desteğine gereksinim duyarlar. Bu yüzden
öğretmen bazen en arkadaki öğrencilerin yanında yer alırken bazen de
ortalarda yol alan öğrencilerle birlikte yürür, tüm öğrencilere
destek verir. Öğrenciler arasındaki akademik seviyeyi eşitler. Başka
bir deyimle sınıfları homojenleştirir.
Öğretmenler için öğrencilerin hedefe varmaları temel amaçtır.
Sınıfın tamamı hedefe odaklanır, bir öğrenci bile hedefe varamazsa
yeni konuya geçilmez, son öğrenci beklenir. Yapılan uygulamalar
öğrencilerin birbirlerini nasıl harekete geçirdiklerini gösterdi.
Üsküdar Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesi ile Bostancı Doğa
Lisesindeki uygulamalar öyle gösterdi ki, hedefe erken ulaşan
öğrenciler yeni konuya geçmek için geride kalan öğrencilerle
ilgileniyorlar, bir an önce öğrenmelerini istiyorlar. Çünkü
öğretmenin son öğrenci öğrenmeden yeni konuya geçmeyeceğini
biliyorlar. Sistemin ne kadar iyi işlediğini gözler önüne
seriyorlar.
Bazen öğrenme yarışı yazılı sınavlarda daha net anlaşılıyor. Çünkü
her öğrenci sınavdan önce kaç puan alacağını yazılı olarak öğretmene
bildiriyor, sınav sonunda belirlediği hedefe ulaşamayanların
yazılıları iptal ediliyor, öğrendiklerinden emin oldukları başka bir
gün tekrar yazılı sınava giriyorlar. Böylece tüm öğrencilerin
notları belirledikleri hedeflere ulaştıklarının göstergesi olmakla
kalmıyor, aynı zamanda öğretmenin de başarısını belgeliyor.
Velilere gelince, onlar çoktan öğrencilik yıllarını unutmuş oluyor.
Sistem öğretmen ve öğrencilerden önce velilere anlatılıyor. Onların
eleştirileri ve soruları ikna edilinceye kadar ince bir nezaketle
yanıtlanıyor. Velilerden sonra öğretmenlere anlatılıyor, en sonunda
ise öğretmenler öğrencilerle paylaşıyor, tartışıyor.
Süreç konusunda velilerin olumlu yaklaşımları beklenenden daha iyi
gidiyor. Hele bir gün bir veli okul müdürünün de bulunduğu
koridorda, heyecanlı ve yüksek tonda bir sesle, “Hocam
siz benim oğluma ne yaptınız? Okudunuz mu, muska mı yaptınız, ne
yaptınız?” biçimindeki kapalı soru karşısında iyice şaşırmıştım.
Müdür de yanımıza yaklaştı. Benden önce “Hayırdır,
ne oldu oğlunuza?” dedi. Öğrencinin annesi derin bir nefes aldı,
önce özür diledi, sonra başladı konuşmaya, “Oğlumun
bugüne kadar evde ders çalıştığını, kitap okuduğunu hiç görmedim.
Öğretmenleri çok memnun olduklarını söylediklerinde şaşırır
kalırdım. Çünkü inanamazdım, beni mutlu etmek için söylüyorlar
sanıyordum. Lakin dün ilk defa bir şeye tanık oldum. Oğlum elinde
bir kâğıtla mutfağa geldi, kâğıdı fayansa yapıştırdı. Bana da
kâğıttaki kazanımları rastgele okumamı istedi. Kendisinin de salonda
yüksek sesle anlatacağını söyledi. İnanamadım. Oğlum on birinci
sınıfa gelmiş, ilk defa ders çalıştığını görüyordum. Hangi dağda
kurt öldü, deyince bana, öğretmenine sormamı, dağı da kurdu da o
biliyor” dedi. Başka velilerden benzer sözler duymuştum, ancak
bugün okul müdürümüzün önünde söylenmiş olmasından ayrıca memnun
oldum.
Geçen yıl sadece onuncu sınıflarda yaşadığım bir olay vardı. Hala
etkisinde olduğum güzel bir örnek:
Bir gün okul müdürü odasına çağırdı. En çok disiplin cezası almış
öğrencilerin bulunduğu sınıfı bana verdiğini söyledi. Okul
açıldığından bu yana geçen iki ayda ücretli üç öğretmen birkaç hafta
içinde bırakıp gitmişler. Onları tanıyordum, iyi öğretmenlerdi.
Kendi kendime ben kaç hafta dayanırım diye geçti aklımdan, ama hemen
aklımı durdurdum, olumlu düşünmesini, çözüm üretmesini söyledim.
Bilinen yöntemlerle sınıfla baş edemeyeceğimi anlıyordum, bu yüzden
önceki öğretmenlerden çok farklı olmalıydım. Hatta farklı olmak
yetmez, ironi yöntemler üretmeliydim. Öğretim yılı sonunda kendi
kendime, “Galiba başardım” diye düşündüğüm bir sırada müdür beyin
beni istediğini söylediler. Gittiğimde bakanlık müfettişiyle
karşılaştım. Tam karşısına oturduğum müfettiş, “Sefer
Bey, siz boş yazılı kâğıtlarını öğrencilere veriyormuşsunuz, evde
veya okulda doldurup getirmelerini istiyormuşsunuz, doğru mu?”
dedi. Ben de kaygıdan uzak bir tavırla “Evet
efendim, dediğiniz gibi yaptım” diye yanıt verince kızdığını
belli etti, çantasından çıkardığı kâğıdı ve kalemi uzattı,
“Hakkınızda şikâyet var,
savunmanızı almaya geldim” dedi. Bunun üzerine “Müfettiş Bey, isterseniz bu uygulamayı sadece 10. Sınıflarda yaptım. Bu
sınıflardan istediğiniz kadar öğrenci isteyiniz, onları dinleyiniz.
Ben savunmamı kütüphanede yazabilirim” dedim. Müdürümüz de
başıyla olur verince kabul etti. O gün son derse kadar beni
çağırmadılar. Son ders çıkışında 65 öğretmenin önünde sadece
öğrencilerin anlattıklarını tekrarladı. Övgü dolu sözlerini şu
cümleyle tamamladı: “Bundan
sonra benim için yönetmelikleri aynen uygulayanlar değil, onları
öğrenci lehine iyi yorumlayanlar öğretmendir, diyeceğim. Gittiğim
her yerde de, bu olayı örnek olarak anlatacağım” dedi.
Hedefine öğretmen desteğine gereksinim duymadan ulaşan öğrencilere
bu durumdan şikâyet etmiyorlar. Çünkü onlar, biliyorlar ki, kendi
uğraşlarıyla edindikleri kazanımların, öğretmeni dinleyerek
öğrendiklerinden çok daha kalıcıdır. Öğretmen yardım etmek istese
bile öğrenciler memnun olmuyorlar. Neticede bu eğitim gerçeği,
öğretmen merkezli öğretimde olduğu gibi, öğretmen anlatır öğrenci
dinler, anlayışını silip süpürdü.